Üniversitelerin yerelleşmesinin önüne geçilmelidir

A- A+ PAYLAŞ
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit

Geçmişten günümüze rektörlerin nasıl atandığı konusunu geçtiğimiz hafta Karar da özetlemiştim. Bu yazı üzerine, konuya duyarlı birden fazla kişi beni aradı. Tamam, konuyu güzel özetlemişsin de, bir de çözüm önerisi sunsaydın bari dediler.

İktidar partisi de dahil, diğer siyasi partiler, YÖK konusunda iktidara gelmeden önce farklı, geldikten sonra ise farklı tavır gösterdiler. İktidarlar, kendi açılarından sağladığı avantajları göz önünde tutup, bu konuda iyileştirici bir adım atamadılar. Üniversite sayısı arttı, ancak ülke ihtiyaçlarına göre bir türlü akademik açıdan üniversiteler farklılaşamadı. Yılların üniversiteleri ve yeni kurulan üniversiteler aynı kefeye konuldu. Eskisi, yenisi aynı yasayla idare olunmaya devam ediliyor.

Geldiğimiz nokta itibariyle , rektör adayları, her ne kadar YÖK tarafından Cumhurbaşkanına sunulsa da, atamanın nasıl yapıldığı herkesin malumu. Tek parti döneminde (Atatürk ve İsmet İnönü) rektör nasıl atanıyorsa bugün de çok partili bir dönemde olmamıza rağmen cumhuriyetin ilk yıllarına tekrar dönmüş olduk.

Rektörlerin nasıl seçildiği ve atandığı konusunda, kıta Avrupası, Amerika ve Doğu Avrupa, Çin, Japonya, Afrika ülkelerine baktığımızda dikkatimizi çeken, üzerinde mutabık olunan tek bir rektör atama yönteminin olmadığıdır. Ancak demokratik ülkelerde rektörler ağırlıklı olarak seçimle gelirken, otokratik ülkelerde rektörler daha çok atama ile göreve gelmektedir. Çin’de rektör ataması kominist partisinin uhdesinde olup, partili olmayan birinin bu ülkede rektör olması mümkün değildir.

Farklı ülkelerde rektörlerin hangi yöntem ile atandıkları konusunda daha fazla bilgi için Prof. Dr. İhsan Doğramacı’dan başlayarak, Prof. Dr. Kemal Gürüz ve diğer öğretim üyelerinin yazdıklarına bakılabilir. Ülke ülke rektörlerin nasıl atandıkları detaylı olarak anlatılıyor. Amerika ve Almanya’ da eyaletlere göre atama farklılıklarını, vakıf üniversitelerinde daha değişik yöntemlerin uygulandığını görüyoruz. Bazı saygın Amerikan vakıf üniversitelerinde tamamen rektörlerin seçilmesi ve atanmasını üniversite mütevellileri belirliyor.

BİZDE NASIL OLMALI, NE ÖNEREBİLİRİZ?

Son uygulama ile her ne kadar YÖK rektör adaylarını bir elemeden geçiriyor izlenimi verse de herkes bu atamaların az çok nasıl yapıldığını biliyor. Neticede bazen hiç de bu göreve layık olmayan kapasitesi ve yeterli tecrübesi olmayan adayların siyaset kurumu tarafından tercih edildiğine şahit oluyoruz. Bundan birkaç yıl önce kantarın topuzu kaçmadı mı diye bir yazı yazmıştım. Karadeniz bölgesinde bulunan on üç üniversitenin rektörlerinin neredeyse tamamına yakınının ilahiyatçılardan atandığına değinmiştim.

Dünya ve ülkemizdeki yüksek öğretimdeki gelişmelere paralel bir yenileşmenin artık gerekli olduğu kanaatindeyim. Avrupa üniversiteleri 2000’li yıllardan başlayarak kendilerini reforme ettiler hem de birkaç kez. Amerika ve İngiltere de bulunan bazı üniversiteler 21. yüzyılın başından itibaren üniversitelerin çıktılarının ticari ürünlere dönüştürüyorlar ve hatta Harvard gibi bazı üniversiteler elde ettikleri gelirlerinin bir kısmını devlete aktarıyorlar. Bu anlayışa bilginin ticarileşmesi deniyor. Bu üniversitelerin bazıları öğretim üyelerine sekiz ay ücret ödüyor. Diğer dört ayda ise öğretim üyeleri maaşlarını yaptıkları projelerden alıyor. Devletin üniversitelere ayırdığı finansman yükünün bir kısmını ya da tamamını kendileri karşılamaya çalışıyor, daha doğrusu hükümetlerde üniversitelere ayırdıkları bütçeyi azaltarak üniversitelerini, bu anlatmaya çalıştığım yolu izlemesini zorluyorlar

1982 de kurulan YÖK, sayısı fazla olmayan üniversitelerin ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Bugün aynı YÖK kurulduğu güne göre sayısı 8 kat artmış üniversitelerin sorunlarını çözmeye çalışıyor.

200 ün üzerinde üniversiteye sahip olan ülkemizde öncelikle üniversitelerin gelişmişlik durumuna göre bir sınıflandırmaya tabii tutulması gerekiyor. Buna vakıf üniversiteleri de dahil.

Üniversiteler gelişmişlik durumlarına dayanarak , bilim teknoloji üretimine ve toplum kalkınmasına katkıları da dikkate alınarak üç gruba ayrılmalı.

YÖK; üzerinden üniversite rektör belirleme görevi kaldırılarak, üniversitelerin rutin işlerini kadro ve kısmen denetim gibi diğer konularla ilgilenen bir koordinasyon merkezine dönüştürülmeli. Bu arada YÖK diye bir kuruma artık ihtiyaç olmadığını söyleyen siyasi söylemlerin doğru olmadığı kanaatindeyim. Mutlaka bir koordinasyon merkezine üniversitelerin ihtiyaç duyduğu göz ardı edilmemeli.

Rektör adayı belirleme süreci YÖK’ten bağımsız, bilim ve teknoloji yönetiminde tecrübeye sahip üyelerin oluşturduğu bir kurula ‘Rektör Belirleme Kurulu’ devredilmelidir. Kesinlikle bu kurula eş dost, siyasi yandaş, atanmamalı, siyaset üstü kalmayı becerecek bağımsız bir kurul olmalı, bu kurulda görev alacak bilim insanları ve teknoloji insanları TBMM tarafından görevlendirilmelidir. Bu kurula seçilecek üyeler için de kriterler oluşturulmalı, belirli kriterlere uyan tecrübe sahibi bilim insanları alınmalıdır. Mecliste bulunan siyasi partiler bu konuda hassas olmalı ve siyasi kimliği öne çıkmış partili adaylar kesinlikle bu kurula aday gösterilmemelidir.

Yasayla belirlenecek olan ‘Rektör Belirleme Kurulu’ gelişme düzeylerine göre üniversiteleri değerlendirmeli yine belirli bilimsel verilere dayanarak her grup üniversite için rektör atanma kriterleri oluşturulmalıdır. Öyle birinci gün profesör, ikinci gün rektör olunmamalı. Ülke bu gülünçlüklere düşürülmemeli. Adaylarda başarılı işler yapmanın (proje yönetimi, ciddi araştırma ve yayın sahibi olma gibi) yanında mutlaka bölüm yöneticiliği, dekanlık gibi tecrübeler aranmalı. Bilim ve teknoloji yönetimi tecrübesi adaylık için öncelikli şartlar arasında olmalıdır.

Rektör belirlemede üniversitelerin olgunluk ve bilimsel üretim kapasitelerine göre, farklı uygulamalar getirilebilir.

Birinci grupta yer alacak sayısı az devlet ve vakıf üniversiteleri kendi rektörlerini belirleme hakkına sahip olmalıdır. Bu üniversiteler de rektör atarken tüm öğretim üyelerinin katılımıyla değil, öğretim üyesi temsilcilerinin ağırlıkta olduğu, öğrenci temsilcisi ve personel temsilcilerinin katıldığı bir seçim yapılmalıdır. Seçim sonucunda birinci gelen aday atama için Cumurbaşkanlığına sunmalıdır. Rektör belirleme kurulu bu üniversitelerin rektör belirlemesine karışmamalıdır. Ayrıca olağanüstü bir duruma karşı karşıya kalındığında Cumurbaşkanına adaya itiraz hakkı tanınmalı, başka bir aday seçmelerini cumhurbaşkanı üniversitelerden gerektiğinde isteyebilmelidir.

Diğer ikinci ve üçüncü grupta yer alan üniversiteler için rektör adayının asgari olması gerekli akademik koşullar ile ilgili kriterler belirlenmelidir. Böylece üniversitelerde önüne gelen ve yeterli tecrübesi olmayan adayların başvuru ve zaman kaybının önüne geçilmelidir. Mümkünse gelişmekte olan üniversitelere , dışarıdan tecrübeli rektör adayları öncelikle tercih edilmeli. Üniversitelerin yerelleşmesinin önüne geçilmelidir.

Maalesef ülkemizde yaşları yarım yüzyıla yaklaşan, bazı üniversitelerin öğretim üyesi profilinin tamamına yakını o üniversitelerin bulunduğu şehirde doğup büyüyenlerden oluşu bir gerçek. Bu yapılanma üniversite algısı ve anlayışının oluşmasına engel oluyor.

Rektör Belirleme Kurulu belirlenmiş olan kriterleri taşıyan adaylardan en yetkin olarak gördüğü adayları görüşmeye davet etmeli ve rektör olmak istediği üniversiteyle ilgili projelerini dinlemeli. Bu sözlü görüşme bugün YÖK tarafından yapılan beş on dakikalık sunum gibi olmamalı. Bu görüşmelerin sonunda salt çoğunlukla Rektör Belirleme Kurulu, rektör adayını belirlemelidir. Belirlenen aday direkt olarak atama için Cumhurbaşkanının onayına sunulmalı.

Onlarca yıllık Yükseköğretim Kurulu uygulamaların da görülen eksiklik ve yanlışlıklar göz önün de tutularak, yüksek öğretimin sorunları mutlaka masaya yatırılmalıdır. Yeni çözümler üretilmelidir. Rektörün yetkilerinin sınırlanması, bazı yetkilerin dekanlık ve bölüm başkanlıklarına verilmesi gibi konular da dahil birçok konunun tartışıldığı ‘Türk Yüksek Öğretiminin Temel Sorunları ve Çözüm Önerileri’ başlıklı çalıştaylar yapılmalıdır.

Bu çalıştaylarda ayrıca Üniversitelerarası Kurulun görev ve sorumlulukları yeniden tartışılmalı.400 üyenin katıldığı birkaç saatlik toplantılarla akademik sorunların anlaşılması ve sağlıklı karar verilmesinin mümkün olmadığı göz önüne alınarak, bir ‘Üniversitelerarası Üst Kurul’ mutlaka gündeme getirilmeli. Üniversitelerarası Kurulun seçtiği bu üst Kurul daha sık bir araya gelip YÖK uhdesinde bulunan bazı akademik konuların muhatabı olmalıdır. YÖK ün üzerindeki yükler böylelikle azaltıp, sorunlar daha hızlı ve akademik açıdan daha iyi çözülebilir. Ayrıca gerek Rektör Belirleme Kurulu, YÖK ve Üniversitelerarası Üst Kurul oluşturulurken bilim alanlarına saygı gösterilmeli, Fen bilimleri (mühendislik dahil), Sosyal bilimler ve Sağlık bilimleri eşit oranda adaylarla temsil edilmelidir. Maalesef mevcut YÖK üyelerinin belirlenmesinde bu denge son yıllarda göz ardı edildi.

Rektör atama kriterleri de dahil, yüksek öğretimin yönetim sorunları ile ilgili çözüm önerileri çalıştaylar sonunda karara bağlandığında sonuçlar rapor haline getirilmelidir.

Bu çalışmaların sonuçları yasa teklifi olarak karar mercilerine iletilmelidir. Yeni anayasa yapmanın gündemde olduğu bu süreçte yüksek öğretim ile ilgili değişiklikler de mutlaka yer almalı.

Rektör Belirleme Kurulu ihtiyaç olduğunda görev yapmalı. Ülkeye maddi bir külfet de getirilmemelidir.

Ne dersiniz, bu öneri ya da başka önerilerin tartışılmasına ülke gerçeklerimiz müsaade eder mi? Ya da boş verin işler tıkır tıkır yürüyor herkes de kuzu kuzu sesini çıkarmadan yaşayıp gidiyor mu der. Mevcut sorunların üzerine yatmak, çözüm üretmemek, gelecek iktidarların da mevcut yasalar işine yarasın onlarda bu fırsatları gönüllerine göre kullansınlar demek anlamına gelmez mi?

6 Ağustos 2024

Kaynak: Karar Gazetesi 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Prof. Dr. Cemil ÇELİK yazıları